Ana içeriğe atla

Beze ve İngiliz Sineması...



Bu ayı güzel kapattık. Güzel anı ve işaretlerle... :)

Son hafta sonu ise hafif tembel, biraz keyifli ve bence verimli geçti. Her şeyden önce uzun zamandır "bir şeyler yapmalıyım, bir şeyler pişirmeliyim" diyip diyip, sonradan vazgeçme konusunda şeytanın bacağını kırdım ve beze yaptım.


Şu tarifi birebir uyguladım. Sadece ilave olarak bir iki damla limon suyu ekledim. Bezede önemli olan kıvamıdır. Şeklini verdikten sonra fırına sürene kadar şeklinin bozulmaması kıvamının tuttuğunu gösterir. Sanırım bu noktaya kadar başarılı idim. 


Pişirmek de önemli tabii. Fırını kapatıp da soğumasını bekleyene kadar sonucu tam kestiremiyordum. Çıktıklarında gayet iyi pişmişlerdi. Gerçi üstleri hafif sararmıştı ve acaba çok mu pişirdim diye düşündüm. Ama içinin kıvamı tam yerindeydi. Dolayısı ile bence çok çok başarılı bir beze oldu :)


Cumartesi güzel havayı da fırsat bilip bir ara Kızılay' a kaçtım. İzmir Caddesi' ndeki Erdoğan'a gittim. Malum Ankara' da iki önemli merkez vardır. Her türlü el işi için cennet sayılabilecek...Şık Düğme ve Erdoğan. İnsan orada kaybedebilir kendisini. Her şeyi yapabilir hissedebilir. Kendimi toparlayıp da sadece ihtiyacım olanları almam ve çıkmam biraz zaman aldı tabii. Bir fotoğraf çekeyim dedim ama o kadar kalabalıktı ki ancak bir tezgahı çekebildim. Oysa çekilecek şey var. Bir dahaki sefere aynı macerayı Şık Düğme' de yaşayacağım. 


Şimdi gelelim postumuzun "İngiliz Sineması" kısmına. Hafta sonu bir eylemim de uzun zamandır beklettiğim "Ömrümüzden Bir Sene" filmini izlemek oldu. İngiliz sinemasının tiyatral ve soğuk havasının buram buram estiği bir filmdi. Net tavır ve replikler...şimdi sahneye girer, repliğini atar ve sahneden çıkar havası. Açık hava çekimlerinde bile bir çeşit stüdyo havası hakimdi... Çok farklı bir filmdi. Film konu olarak çok güzel ve yoğun bir dramdı ama havasına alışıp konsantre olmak gerçekten zor.


Artık Nisan' a merhaba diyelim. Gayrı resmi bahar başlangıcı...Güzel, sağlıklı ve bol kazançlı günler getirsin... :) 




Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Sünger Bob ve Patrick... :)

Bir taş boyama daha tamamlandı. Hem zaman güzel geçti hem de minik bir kalp mutlu edildi (yani umarım...). :)))

Telgrafın Tellerine Kuşlar mı Konar ?

Üçüncü etamin işimi de bitirdim. Aslında örnek aldığım fotoğrafta bu kuşlar 4 tane idi ve kalp şeklinde kuyrukları vardı. Ancak hem benim kasnağıma sığmadığı, hem de fazla kalabalık durduğu için ben biraz değiştirdim. Ha bir de göbekleri beyazdı, ben kendi renklerinin açık tonlarını tercih ettim. Bu hali bence daha güzel oldu. Son bir adım kaldı. O da çerçeveletmek. Noel Babayı da henüz çerçeveletmedim. Çerçeveciyi ihya edeceğim bu gidişle. Puzzle, etamin derken bir sürü şeyi biriktirdim çerçeveletmek üzere.  Şimdiki projem bir doğum günü hediyesi :) Hadi bakalım. Bir işe başlamak, o işin yarısıdır derler...  Güm güm...   Göbekleri de doldurduk mu, tamamdır...  Favorim...

Sid' in İntikamı...

Nasıl ki Star Wars serisinin en dramatik ama en sevdiğim bölümü "Revenge of the Sith" ise, şimdiye kadar yaptığım en zor kanaviçe de bu oldu ( Cümleyi toparlayana bir yastık hediye edeceğim :)) ) . Kısaca anlatmak istiyorum hikayesini.... Her şey arkadaşıma doğum günü hediyesi projemle başladı. Ona bir şeyler işlemek istiyordum ama sevdiği bir şey olsun diye düşündüğümden ağzını aramaya başladım. Bir muhabbetin ortasında,  Ice Age' deki Sid' i çok sevdiğini öğrendim. Tamamdır dedim, Sid' i işleyeceğim. Oturdum bilgisayar başına Sid şablonu arıyorum. Kesin vardır diye de anlamsız bir özgüvenim var. Ama yok, yani istediğim gibi yok. Ya küçük ya da aradığım gibi değil.  Tabii ben ümitsizliğe kapıldım ve başka bir şey yapayım bari girişimlerine başladım ama aklım kaldı Sid'de. İçimdeki "yapabilseydim çok güzel olacaktı" sesleri baskın çıktı ve şablonunu kendim çıkarmaya karar verdim   Önce bir Sid fotoğrafı buldum. Sonra onu