Ana içeriğe atla

Dubai Günleri - Şehir




Geçen hafta iş sebebiyle Dubai'deydik. Tatlı bir heyecanımız vardı tabii. Dubai meşhur bir kent sonuçta. Gitmeden gezilebilecek yerleri taradık. Hazırlığımızı yaptık. Gezimizin şöyle bir dezavantajı vardı. Gündüzleri iş  nedeniyle gezemiyorduk, haliyle bize 17.00 den sonrası kalıyordu. Biz de bu 5 günü elimizden geldiğince doldurmaya çalıştık. Genel izlenimim şu: Bir daha gitmem :)) Ülkemizin gerçekten kıymetini bilelim. Dubai suni, tarihi olmayan, biraz  ruhsuz ve çok şatafatlı, haliyle çok  pahalı bir yer. Beğendiğimiz yerleri tabi ki oldu ama bir daha gitmeye gerçekten gerek yok. 

Ben olur olmaz her şeyin fotoğrafını çektiğim için bir post ile bitmeyecek Dubai maceramız. Ben de bölge bölge postlara böldüm. Bu post şehri anlatsın istedim. Yüksek binalarıyla, ilginç taksicileriyle, metro istasyonları ile ve kaldırımsız yolları ile bir tuhaf şehir bu Dubai. 




Hani tamam bakması güzel ama insanlar her yere arabayla gittiği için midir bilmem yollarda adamakıllı kaldırım bulamıyorsunuz. Tamam sıcak memleket yürüyen çok olmaz ama karşınızda bir yer var ve siz oraya yürüyerek gidemiyorsunuz. Mesela biz Atana Otel'de kaldık (Fiyat-Performans açısından çok iyi bir otel). Karşımızda sahil vardı max. 2 km ötede ve biz oraya yürüyerek gidemedik. Durum böyle olunca her yere taksi ile gidiyorsunuz. Benzinin litresinin 2 tl olduğu yerde taksi beklediğimiz kadar ucuz değildi ama metrodan daha mantıklı kesinlikle. 

Taksi şöförleri genelde Afgan, Pakistanlı ya da Hindistanlı. Anlaşılır seviyede ingilizceleri var. Bazıları çok konuşkan olup size ülkelerinin tüm siyasi tarihini anlatırken, bazılarının ağzından kerpetenle laf almanız gerekebiliyor. Şansınıza artık... Genel olarak taksiler temiz. Bulunduğunuz yere göre 5 tl den de 12 tl den de açılış yapılabiliyor. Bir de zon zon bölmüşler şehri. Normalde 50 kuruş 50 kuruş artarken, zon geçişlerinde hooop 4 tl birden atıyor. 





 Bazı yerleri bilim- kurgu filmlerindeki şehirler gibi.






Bir şey dikkatimi çekti. Dubai de çok cami yok. En azından Türkiye'ye kıyasla. Ayrıca tüm camiler birbirine benziyor. Ezan sesini de neredeyse hiç duymadık. Ama mesela otel odasının tepesinde kıblenin yerini gösteren uyarılar var. Dindar ama dinci değil. Bir çok farklı ulustan insan gayet de uyum içinde yaşıyor. 





Gelelim metrolarına. Bir kere metroya ulaşmak için bir hayli yürüyorsunuz. İstasyona girdim biraz yürür trene ulaşırım yok. Dön babam dön. Yani neredeyse bir durak kadar yürüyorsunuz. Gereksiz uzun. Onun dışında pahalı. 25 tl ye Sabit kart alıp yolculuk başı 2-3 tl ye gidebilirsiniz. Ya da zonlara göre bir  yolculuk için kişi başı 8 tl ödeyebilirsiniz. Ama dikkat edin yanlış yerde inmeyin. Oradan çıkış yapamıyorsunuz. Metro kartlarınızı da yırtmayın ve kaybetmeyin. Sadece girişte değil çıkışta da o kartı okutuyorsunuz ve yanlış zonda inerseniz çıkamıyorsunuz :))

Onun dışında istasyonlarda sanal mall gördük ki çok güzel birşey. Akşam işten dönüyorsun markete gitmen gerek ama gitmene gerek yok aslında. Sanal mall dan siparişini veriyorsun. Evine geliveriyor. Çok mantıklı...


Veee tabii ki pembe vagon olayı... Önce garip geldi. Hoşumuza gitmedi. Ayrımcılık vs. Ama bu uygulamadan dolayı diğer vagonlar hep erkek dolduğu ve çok kalabalık olduğu için ister istemez kendimizi pembe vagonda bulduk. Rahat zamanlarda homojen oluyor ama kalabalık saatlerde başka çareniz yok. 

Bir mevzu da metroda yeme içme ve sakız çiğneme yasak. 100 tl ye kadar cezası var (Almanya metrosu bunu beğenmedi).










Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Sünger Bob ve Patrick... :)

Bir taş boyama daha tamamlandı. Hem zaman güzel geçti hem de minik bir kalp mutlu edildi (yani umarım...). :)))

Telgrafın Tellerine Kuşlar mı Konar ?

Üçüncü etamin işimi de bitirdim. Aslında örnek aldığım fotoğrafta bu kuşlar 4 tane idi ve kalp şeklinde kuyrukları vardı. Ancak hem benim kasnağıma sığmadığı, hem de fazla kalabalık durduğu için ben biraz değiştirdim. Ha bir de göbekleri beyazdı, ben kendi renklerinin açık tonlarını tercih ettim. Bu hali bence daha güzel oldu. Son bir adım kaldı. O da çerçeveletmek. Noel Babayı da henüz çerçeveletmedim. Çerçeveciyi ihya edeceğim bu gidişle. Puzzle, etamin derken bir sürü şeyi biriktirdim çerçeveletmek üzere.  Şimdiki projem bir doğum günü hediyesi :) Hadi bakalım. Bir işe başlamak, o işin yarısıdır derler...  Güm güm...   Göbekleri de doldurduk mu, tamamdır...  Favorim...

Sid' in İntikamı...

Nasıl ki Star Wars serisinin en dramatik ama en sevdiğim bölümü "Revenge of the Sith" ise, şimdiye kadar yaptığım en zor kanaviçe de bu oldu ( Cümleyi toparlayana bir yastık hediye edeceğim :)) ) . Kısaca anlatmak istiyorum hikayesini.... Her şey arkadaşıma doğum günü hediyesi projemle başladı. Ona bir şeyler işlemek istiyordum ama sevdiği bir şey olsun diye düşündüğümden ağzını aramaya başladım. Bir muhabbetin ortasında,  Ice Age' deki Sid' i çok sevdiğini öğrendim. Tamamdır dedim, Sid' i işleyeceğim. Oturdum bilgisayar başına Sid şablonu arıyorum. Kesin vardır diye de anlamsız bir özgüvenim var. Ama yok, yani istediğim gibi yok. Ya küçük ya da aradığım gibi değil.  Tabii ben ümitsizliğe kapıldım ve başka bir şey yapayım bari girişimlerine başladım ama aklım kaldı Sid'de. İçimdeki "yapabilseydim çok güzel olacaktı" sesleri baskın çıktı ve şablonunu kendim çıkarmaya karar verdim   Önce bir Sid fotoğrafı buldum. Sonra onu