Ana içeriğe atla

Van Gogh Alive...



Hafta sonu koşar adımlarla gittik bu güzel sergiye (!). Birincisi zaten çok merak ediyorduk, ikincisi de 3 Ocak son gündü, kaçırmak istemedik. Nasıl bir şeyin bizi beklediği konusunda pek bir fikrimiz de yoktu aslında. Sergiye daha önce giden bir arkadaşın "baştan sona iki kere izleyin" tavsiyesi de aklımızı karıştırdı tabii. Kafamızda "Sergi bu, biz gezmeyecek miydik?" "Neyi izliyoruz?" gibi sorularla girdik salona.

Önce olayı idrak etmemiz biraz zamanımızı aldı. Oyun salonuna salınmış çocukların, neyle oynayacağına karar veremeyen şaşkınlığı ile, salonun neresini gezelim, hangi büyük perdeye bakalım gibisinden aval aval bakındık etrafa. O sırada ellerimiz boş durmadı tabii şuursuzca fotoğraf çektik.Sonra bir sakinleştik, gözümüz karanlığa, kulaklarımız müziğe, beynimiz de olaya alışmaya başladı iyice ve akışı anladık sonunda. Olay şundan ibaret;

Van Gogh' un 1880-1890 yılları arasındaki eserleri, çizimleri, taslakları, notları, kendi sözleri, fotoğrafları, Van Gogh' a ait ne varsa dev perdelere yansıtılıyor. Bu perdeler sergi alanının her yerinde var ama özellikle bir noktadan çok net izlenebiliyor. Üstelik sadece perdeye eser yansıtmakla kalınmıyor. Bir eserin oluşturuluşu, fon çiziminden başlayarak son haline kadar parça parça eklenerek anlatılıyor. Bazı eserlerine ise hareket eklenmiş. Örneğin değirmen dönüyor, sigara dumanı tütüyor, kuşlar uçuyor vs.




Bunlar dört bir yanınızı saran dev perdelerden yansıtılınca ve Van Gogh' un kendi ifadeleri ile o eseri oluşturma psikolojsi, resme bakış açısı anlatılınca çok güzel bir şey çıkıyor ortaya. Üstüne üstlük eşlik eden müzikler de konsepte uyumlu olarak, kimi zaman dram, kimi zaman hareketli ve kimi zaman da gerilimli bir şekilde bu görsel şölene çok güzel eşlik ediyor. Ki o müzikler de Cer Modern' in sitesinde şu şekilde sıralanmış;

"Van Gogh’un hikâyesini anlatmak için seçilen müziklerden bazıları şöyle: Handel-Sarabande, Edouard Lalo-Piano Concerto 1. Movement I, Gus Viseur-Coeur Vagabond, Barber-Bubamara (Vivaldi versiyonu), Arvo Part-Fratres For Cello And Piano, Carl Nielsen-String Quartet in D minor 1883, Sakura “Cherry Blossoms”, Geleneksel Japon Klasik Koto Müziği, John Zorn-Kiev 3 (çello), Camille Saint. "










Van Gogh' un kafasına az buçuk girebiliyorsunuz bu sayede. Çünkü kendisini ifade ediyor Van Gogh, kendi cümleleri ile. Deliliğinin ne kadar masumane ve sanatsal olduğunu, içindeki sanat aşkını ve insan sevgisinin boyutunun çok farklı olduğunu biraz daha özümseyebiliyorsunuz. Tıpkı hakkında çok başarılı bir film izlemek, çok etkileyici bir biyografi okumak gibi.

Sergi fikri çok iyi bence, hatta bir çok ressamın bu şekilde sergilerinin olması, tabloları benimseme yönünden ciddi anlamda faydalı olabilir. Ancak organizasyonun aksayan kısımları da vardı tabii.

Başta serginin konsepti farklı olduğu için bir nevi rehberlik eksikti. Yani sizi yönlendiren birilerinin olmaması sergiyi tam olarak anlamamanıza bile neden olabilir. Çoğu kişi slaytları baştan sona izlemedi bile. Sergi mantığı ile gezerek idrak etmeye çalışıp, tabir-i caizse "yarısında çıktı". Oysa hafif yönlendirmeler yapılabilirdi. Biz arkadaşımla önce afalladık sonra durumu anlayınca tüm gösteriyi baştan sona yerde oturup izledik ve ancak o zaman sergi bizim için verimli oldu.




Bir diğer yanlış çıkışın yeriydi. Sergi alanının çıkışının dev perdelerin önünde olması tam bir talihsizlikti. Yani siz etkilenmiş bir şekilde perdelere bakarken önünden insanların geçmesi havayı bozan bir şey. İnsanlara da bir şey diyemeyiz çünkü çıkış orası. Ya çıkış farklı bir yerde olmalıydı ya da grup grup alınarak giriş ve çıkışlar aynı ana getirilmeliydi. Ama bu da konuk için sınırlandırıcı olurdu. En iyisi o çıkışı başka yere alalım biz.

Ve bence en önemli terslik böylesi uzun bir izlencelik için oturma alanı sıkıntısı idi. Yaklaşık bir saat ayakta durarak bir şeyi izlemek cidden yorucu olabiliyor. Biz yere oturduk mesela. Oysa o kısma izlemek için eğimli bir oturma platformu konulsa tadından yenmezdi.

Aslında düşünüyorum da bu sergi teknolojisi çok güzel ama sanki sinema salonu gibi salonlarda da gösterilebilir. Sözler de seslendirme ile müziğe yedirilirse sanki çok daha güzel olur.

Tüm bu aksiliklere rağmen aldığımız tat çok başkaydı. Serginin tanıtımında yapılan "tabloların içine girerek" ifadesi çok da abartı değil aslında. Biraz doğru bir taktik ve yüksek konsantrasyon ile biz bunu başardık. Ben buna inanıyorum en azından. Şu an Van Gogh'a karşı inanılmaz farklı bir bakış açım ve merakım oluştu. Düşünün onca yıldır, tablolarına bakar, harika bir ressam olduğunu düşünür ve deliliğini bilirdim. Sanırım Cumartesi günü birazcık kafasına da girdim...Orası çok başka...bambaşka....






Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Sünger Bob ve Patrick... :)

Bir taş boyama daha tamamlandı. Hem zaman güzel geçti hem de minik bir kalp mutlu edildi (yani umarım...). :)))

Telgrafın Tellerine Kuşlar mı Konar ?

Üçüncü etamin işimi de bitirdim. Aslında örnek aldığım fotoğrafta bu kuşlar 4 tane idi ve kalp şeklinde kuyrukları vardı. Ancak hem benim kasnağıma sığmadığı, hem de fazla kalabalık durduğu için ben biraz değiştirdim. Ha bir de göbekleri beyazdı, ben kendi renklerinin açık tonlarını tercih ettim. Bu hali bence daha güzel oldu. Son bir adım kaldı. O da çerçeveletmek. Noel Babayı da henüz çerçeveletmedim. Çerçeveciyi ihya edeceğim bu gidişle. Puzzle, etamin derken bir sürü şeyi biriktirdim çerçeveletmek üzere.  Şimdiki projem bir doğum günü hediyesi :) Hadi bakalım. Bir işe başlamak, o işin yarısıdır derler...  Güm güm...   Göbekleri de doldurduk mu, tamamdır...  Favorim...

Sid' in İntikamı...

Nasıl ki Star Wars serisinin en dramatik ama en sevdiğim bölümü "Revenge of the Sith" ise, şimdiye kadar yaptığım en zor kanaviçe de bu oldu ( Cümleyi toparlayana bir yastık hediye edeceğim :)) ) . Kısaca anlatmak istiyorum hikayesini.... Her şey arkadaşıma doğum günü hediyesi projemle başladı. Ona bir şeyler işlemek istiyordum ama sevdiği bir şey olsun diye düşündüğümden ağzını aramaya başladım. Bir muhabbetin ortasında,  Ice Age' deki Sid' i çok sevdiğini öğrendim. Tamamdır dedim, Sid' i işleyeceğim. Oturdum bilgisayar başına Sid şablonu arıyorum. Kesin vardır diye de anlamsız bir özgüvenim var. Ama yok, yani istediğim gibi yok. Ya küçük ya da aradığım gibi değil.  Tabii ben ümitsizliğe kapıldım ve başka bir şey yapayım bari girişimlerine başladım ama aklım kaldı Sid'de. İçimdeki "yapabilseydim çok güzel olacaktı" sesleri baskın çıktı ve şablonunu kendim çıkarmaya karar verdim   Önce bir Sid fotoğrafı buldum. Sonra onu