Ana içeriğe atla

Hayatın Kaynağı...


Ayn Rand' ı ilk kez okudum. Kitabın daha başında, edebi dilinin güzelliği yanında başka bir şey daha farkediyorsunuz. Felsefesini... Sıradan bir kitap değil bu. Bir çok kitap hikayesinin altında çeşitli düşünceler savunur ama bu kitap tamamiye bir felsefenin üstüne kurulu. Ama henüz bu felsefenin ne olduğunu anlamıyorsunuz (Tabii daha önce Ayn Rand okumadıysanız).

Kitap idealist bir mimarın hikayesini anlatıyor gibi görünse de aslında resme çok büyük bakıyor. Toplumların nasıl ve kimler tarafından şekillendirildiği, kapitalist kahramanların güçlerinin altında yatan psikolojiyi, ego ve bencillik kavramlarını irdeliyor.

Kitabı bitirince ister istemez Ayn Rand' ın kim olduğunu, neler yaptığını merak ediyorsunuz. Ben de öyle yapıp kendisi hakkında bir şeyler okudum ve bir felsefi akım yaratıcısı olduğunu öğrendim. Objektivizm akımının yaratıcısı imiş. Neyse birazcık kitaba göz atalım...


Howard Roark, modern mimariyi benimsemiş idealist bir mimardır. Aslında tam mimar sayılmaz çünkü aşırı idealist tavrı onu üniversiteden kovdurmuştur. Öyle bir karakterdir ki Howard Roark, gerçek olamaz. O kadar düzgündür.  Fazla olan hiçbir şey yoktur hayatında...binaları gibi. Nasıl ki binalarında, amacı dışında hiç bir süs barınamaz, Howard Roark da kendisinde hiç bir fazlalığa yer vermez. Fazla duygu, fazla söz, fazla merak. Hiç bir şeyi yoktur. İstediğine yetecek kadar eylem ve söylem içindedir. Dış dünyanın havasına kendisini kaptırmamış, kendi bildikleri doğrultusunda ilerlemiştir.  Sanırım şu cümle ile onu biraz tanıyabiliriz...

"Tek bildiği, kendi davranışlarıyla onların davranışları arasında önemli bir fark olduğuydu. Bu durum onu çoktan beri rahatsız etmez olmuştu. Aslında binalarda nasıl bir merkez fikri arıyorsa, insanlarda da bir merkez içgüdü arıyordu o. Kendi hareketlerinin kaynağını biliyordu. Onlarınkini keşfedemiyordu. Aldırmıyordu ama. Başka insanları düşünme sürecini hiçbir zaman öğrenememişti. Yalnızca zaman zaman onları neyin böyle yaptığını merak ediyordu. "


Bir de tabii vazgeçilmez bir cümlesi vardır Howard Roark' ın. Bilenler bilir...


"Müşterilerim olsun diye bina yapmak niyetinde değilim. Bina yapabilmek için müşterilerimin olmasını istiyorum"


Kitabın bir diğer önemli karakteri tabii ki de böylesi bir erkeğin aşık olabileceği kadın. Dominique Francon. Dominique, neredeyse duygusuz denebilecek kadar sağlam duran bir kadındır. Bağlılık duyacağını hissettiği ne olursa olsun onu hemen yok eder. O özgür kalmalıdır. Birisini sevmemelidir. Ama gel gör ki öyle olmaz işte...

Ayn Rand felsefesinin bireycilik tarafında Howard Roark varken, diğer tarafında da iki önemli karakter vardır. Birisi bir medya patronu Gail Wynand, diğeri de yazar Ellsworth Toohey. Gail Wynand, toplumu oluşturma ve yönlendirme ile kapitalizm ayağıdır kitabın. Tek amacı "güç" olan birisinin bakış açısı ile bakarız olaylara. Toohey ise kollektivizm simgesidir. İnsanların kendilerini unutup toplum için yaşamaları gerektiğini düşünür. Toohey' in yavaş yavaş halkı işlemesi ise Peter Keating karakteri üzerinden anlatılır.

Farkettim ki aslında pek mantıklı bir iş yapmıyorum şu an bu kitabı yazarken. Çünkü gerçekten çok da özeti geçilecek bir kitap değil. Ama özetle... :) Ayn Rand, Howard Roark üzerinden bireyselciliği ele alır ve onunla kollektif düşünce arasındaki savaşı anlatır. Bu durumu iyi anlatan bir cümleyi de, Howard Roark' ın ağzından aktarır...


"İnsan ancak kendi zihni ile var olabilir. Dünyaya silahsız gelir. Tek silahı, kendi beynidir. Hayvanlar yiyeceklerini fiziksel güçleriyle bulurlar. İnsanın pençeleri, sivri tırnakları, boynuzları, büyük kas gücü yoktur. Yiyeceğini ya toprağa ekmek, ya da avlamak zorundadır. Ekebilmek için bir düşünce sürecine ihtiyacı vardır. Avlamak için silahlara, dolayısı ile silah yapmaya ihtiyacı vardır ki o da bir düşünce sürecidir. Bu en basit gereklilikten en yüce dinsel soyutluluğa kadar, tekerlekten gökdelene kadar, neysek, neye sahipsek hepsi insanın bir tek niteliğinden doğmaktadır. O da mantıklı bir zihin fonksiyonudur. 

Ama zihin, bireyin sahip olduğu bir şeydir. Kollektif beyin diye bir şey yoktur. Kollektif düşünce diye bir şey de yoktur. Bir grup insanın vardığı anlaşma, ya bir uzlaşma, ödün verme sürecidir, ya da birçok bireysel düşüncelerin bir ortalamasıdır...."

Ağır değil mi? Biraz...

Bu kitabı okurken sanırım iki şeye dikkat etmek gerekiyor. Birincisi yaratılan karakterlerin gerçeklik payı. Cünkü hemen hemen tüm karakterler ütopik. Ya fazla mükemmel, ya fazla kötü. Gerçek hayatta onların eylemlerini tekrarlamak hayal kırıklığı yaratabilir. Madem kitap  mantığınızla hareket edin diyor. Belki de böylesi mantık dışı karakterler yaratması bizim sınavımızdır. Burada önemli olan, sana yakın bir düşünce varsa, onu günün şartlarına uyarlaman. Bire bir kopya yapamazsın.

Diğer husus ise felsefik ve politik göndermeler. Ben bu kitabı belirli bir görüşe yakın ya da karşıt olduğum için okumadım. Kitap, daha doğrusu kitaplar size düşünce empoze edemez. Size sadece bakış açısı kazandırırlar. Onu muhakkak mantık süzgecinden geçirmeniz gerekir. 


Kitabın, 1949 yapımı bir de filmi var ama film kitaba çok yaklaşmıyor. Gerçi o zamanın şartlarını ve süreyi düşünürsek yine ellerinden geleni yapmışlar. Tek başına film, bu başlık için oldukça yetersiz. Filmin belki de en doğru noktası başroller için seçilen isimler. Gary Cooper ve Patricia Neal. Kısa bir süre için neden yeniden çekilmedi diye düşündüm. Sonra kitaba bağlı kalarak bunun yapılmasının biraz cesaret gerektirdiğini farkettim. Umarım usta bir el bu riski göze alır.

Son olarak Ayn Rand' ın haddim olmayarak çok iyi bir kaleminin olduğunu da söylemeliyim. Kitaptaki betimlemeler, kurgu, diyaloglar hiç de basit değil. Buraya taşımak istediğim çok diyalog ve paragraf vardı ama tamamını yansıtmam mümkün değil. Kitabın hem kendisi, hem içeriği ağır sizin anlayacağınız. Ve düşüncem şudur ki, ister taraf olun ister karşıt, her evde bulunması gereken bir kitap Hayatın Kaynağı...



Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Sünger Bob ve Patrick... :)

Bir taş boyama daha tamamlandı. Hem zaman güzel geçti hem de minik bir kalp mutlu edildi (yani umarım...). :)))

Telgrafın Tellerine Kuşlar mı Konar ?

Üçüncü etamin işimi de bitirdim. Aslında örnek aldığım fotoğrafta bu kuşlar 4 tane idi ve kalp şeklinde kuyrukları vardı. Ancak hem benim kasnağıma sığmadığı, hem de fazla kalabalık durduğu için ben biraz değiştirdim. Ha bir de göbekleri beyazdı, ben kendi renklerinin açık tonlarını tercih ettim. Bu hali bence daha güzel oldu. Son bir adım kaldı. O da çerçeveletmek. Noel Babayı da henüz çerçeveletmedim. Çerçeveciyi ihya edeceğim bu gidişle. Puzzle, etamin derken bir sürü şeyi biriktirdim çerçeveletmek üzere.  Şimdiki projem bir doğum günü hediyesi :) Hadi bakalım. Bir işe başlamak, o işin yarısıdır derler...  Güm güm...   Göbekleri de doldurduk mu, tamamdır...  Favorim...

Sid' in İntikamı...

Nasıl ki Star Wars serisinin en dramatik ama en sevdiğim bölümü "Revenge of the Sith" ise, şimdiye kadar yaptığım en zor kanaviçe de bu oldu ( Cümleyi toparlayana bir yastık hediye edeceğim :)) ) . Kısaca anlatmak istiyorum hikayesini.... Her şey arkadaşıma doğum günü hediyesi projemle başladı. Ona bir şeyler işlemek istiyordum ama sevdiği bir şey olsun diye düşündüğümden ağzını aramaya başladım. Bir muhabbetin ortasında,  Ice Age' deki Sid' i çok sevdiğini öğrendim. Tamamdır dedim, Sid' i işleyeceğim. Oturdum bilgisayar başına Sid şablonu arıyorum. Kesin vardır diye de anlamsız bir özgüvenim var. Ama yok, yani istediğim gibi yok. Ya küçük ya da aradığım gibi değil.  Tabii ben ümitsizliğe kapıldım ve başka bir şey yapayım bari girişimlerine başladım ama aklım kaldı Sid'de. İçimdeki "yapabilseydim çok güzel olacaktı" sesleri baskın çıktı ve şablonunu kendim çıkarmaya karar verdim   Önce bir Sid fotoğrafı buldum. Sonra onu