Ana içeriğe atla

Tembel bir Hafta Sonu...!!


Tembellik göreceli bir kavram bence. Yani dışarıdan eylemleriniz tembellik olarak görünse de, siz aslında zamanınızı "istediğiniz gibi" geçirdiyseniz verimli zaman geçirmişsinizdir :) Bu da benim hafta sonu tesellim. Zira tüm hafta sonu evde tembellik (!) yaparak geçirdim. İzlemeyi planladığım filmleri izledim, birazcık evle ilgilendim, tarçınlı beze yaptım, bol bol tenis maçı izledim ve tabii ki işleme yaptım. 


Önce Contact filminden başlamam gerek, çünkü Cuma günü resmen bu filmi canım çekti. Ara ara olur bana, sevdiğim bir filmi izlemek isterim. Tam da bunun için film arşivi yapmıştım kendime. Ama Contact eksik parçaydı. Cuma günü o filmi buldum ve hemen eve gidip izlemek istedim. Zira hep TV den Türkçe dublaj izlemiştim. İlk kez orjinal dilinde izleyecektim. 

En sevdiğim bilim-kurgu filmlerindendir Contact. Salt bilim-kurgu gözü ile bakmak hata olur bence. Filmin konusu çok daha derin aslında. Özellikle iki söz çok hoşuma gider bu filmde. Kız babasına "başka canlılar da var mı?" diye sorar uzayı kasdederek. Babası "bilmiyorum, ama eğer yalnızca biz varsak bu korkunç bir yer israfı olurdu" der. :)

Bir diğeri ise aslında hayatınızda anahtar olarak kullanacağınız Occam' ın Usturası denilen önerme. "Her şeyin birbirine eşit olduğu bir ortamda, en basit açıklama doğruya en yatkın olandır" diyor. Sanırım neden "ustura" dediği de ortada. Yani gözünüzün önündeki gerçek acı ve basit ise, buna inanmamak adına derinlere dalmanın alemi yok. Canınızı acıtsa da doğru olan odur. :)

Vee tabi ki, Ellie' nin "I' m ok to go" haykırışları...  Carl Sagan' ın aynı isimli romanını okumaya can atıyorum şu an. 


Bir diğer filmimiz Once adlı Irlanda yapımı bir film. Sade ve gerçekçi. Hayallerinin peşinden giden bir erkeğin, hayallerini derinlere atmış bir kadın ile karşılaşması ve bu karşılaşmanın ikisinin de hayatını değiştirmesini anlatan bir film. Çok sevdim ama hafif ağlamaklı moda sokabilir sizi dikkat :)


Ve eğlenceli bir diğer filmim de "The Tiger and The Snow". Hayat Güzeldir konseptinde bir film. Eğer o olmasaydı bu filmi onun kadar konuşurduk eminim. Ama sırf o daha önce çekildiği için bu film gölgede kaldı sanırım. Konu yine pozitif bakış, en zor şartlarda bile bunu inkar edercesine hayata gülümseme ve savaş içerikli. Bu kez baş kahramanımız bir şair ve beni bu sözleri ile büyüledi...."Mutlaka doğru kelimeleri kullanmayı bilen meslekler vardı. Kelimeler öyle doğru kullanılıyordu ki, güçleri vardı. Karşısındakinin kalbini, kendininkiyle uyumlu  çarptırmayı başarıyorlardı. İşte o gün şair olmaya karar verdim ". 


Pazar günü ise gözlerimi açar açmaz ilahi bir şekilde "beze yapmalıyım" dedim. Daha ayılmadan, üstümü bile değiştirmeden mutfağa koşup ne zamandır planladığım "tarçınlı beze" yi yaptım. :) Tarifi şuradaki ile aynı sadece bir tatlı kaşığı tarçın ekliyorum son aşamada. Biraz daha mikserle çırpıyorum. O kadar. Nefis oldu. 


Onun dışında tüm pazarım tenis ile geçti diyebilirim. Bana tenisi sevdiren turnuva, Fransa Açık başladı çünkü. Roland Garros... Hiç unutmam yıl 2011... :) can sıkıntısından bir tenis maçı izlemeye başladım. O zamana kadar tenis hakkında en ufak bir fikrim yoktu. Federer, Nadal isimlerine kulak aşinalığı vardı sadece. O maç Roland Garros finaliydi ve o günden sonra ben tam bir tenissever olmuştum. Pazar günü aldığım TV paketinin adam akıllı faydasını gördüm sonunda. Eurosport ve Eurosport2 sayesinde bir maçtan diğerine atlayarak geçirdim saatlerimi. 


Tabii bunlar dışında benim artık ciddi anlamda hobim olan kanaviçeyi de ihmal etmedim. Bir projeyi daha bitirdim. Onu daha sonra post yaparım :)

Gördüğünüz gibi çok verimli bir hafta sonu geçirmişim. Tembelce görünmesine rağmen... :p


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Sünger Bob ve Patrick... :)

Bir taş boyama daha tamamlandı. Hem zaman güzel geçti hem de minik bir kalp mutlu edildi (yani umarım...). :)))

Telgrafın Tellerine Kuşlar mı Konar ?

Üçüncü etamin işimi de bitirdim. Aslında örnek aldığım fotoğrafta bu kuşlar 4 tane idi ve kalp şeklinde kuyrukları vardı. Ancak hem benim kasnağıma sığmadığı, hem de fazla kalabalık durduğu için ben biraz değiştirdim. Ha bir de göbekleri beyazdı, ben kendi renklerinin açık tonlarını tercih ettim. Bu hali bence daha güzel oldu. Son bir adım kaldı. O da çerçeveletmek. Noel Babayı da henüz çerçeveletmedim. Çerçeveciyi ihya edeceğim bu gidişle. Puzzle, etamin derken bir sürü şeyi biriktirdim çerçeveletmek üzere.  Şimdiki projem bir doğum günü hediyesi :) Hadi bakalım. Bir işe başlamak, o işin yarısıdır derler...  Güm güm...   Göbekleri de doldurduk mu, tamamdır...  Favorim...

Sid' in İntikamı...

Nasıl ki Star Wars serisinin en dramatik ama en sevdiğim bölümü "Revenge of the Sith" ise, şimdiye kadar yaptığım en zor kanaviçe de bu oldu ( Cümleyi toparlayana bir yastık hediye edeceğim :)) ) . Kısaca anlatmak istiyorum hikayesini.... Her şey arkadaşıma doğum günü hediyesi projemle başladı. Ona bir şeyler işlemek istiyordum ama sevdiği bir şey olsun diye düşündüğümden ağzını aramaya başladım. Bir muhabbetin ortasında,  Ice Age' deki Sid' i çok sevdiğini öğrendim. Tamamdır dedim, Sid' i işleyeceğim. Oturdum bilgisayar başına Sid şablonu arıyorum. Kesin vardır diye de anlamsız bir özgüvenim var. Ama yok, yani istediğim gibi yok. Ya küçük ya da aradığım gibi değil.  Tabii ben ümitsizliğe kapıldım ve başka bir şey yapayım bari girişimlerine başladım ama aklım kaldı Sid'de. İçimdeki "yapabilseydim çok güzel olacaktı" sesleri baskın çıktı ve şablonunu kendim çıkarmaya karar verdim   Önce bir Sid fotoğrafı buldum. Sonra onu