Ana içeriğe atla

Chicago #1



Evet yine uzun zaman oldu yazmayalı. Ama bu kez bilgisayar probleminden değil resmen yoğunluktan yazamadım. Bu sürede bir Amerika bir de Antalya yolculuğum oldu. Başlıktan da anlayacağınız üzere Chicago'ya gittim. Dolu dolu bir hafta geçirdim ve bir sürü post biriktirdim. Hesaplamalarıma göre 12 post olacaktı. Sonra hem size hem kendime acıdım ve post sayısını 5 ' e düşürdüm. :) 

Bu postta  gidiş maceram ve genel konular hakkında yazacağım. Bazı şeyleri ilk kez yaşadığım için görgüsüzlük gibi görünse de tecrübelerimi paylaşacağım.


ABD yolculuğumuzun başladığı gün Atatürk Havalimanı'nın son günüydü. Elveda dedik yılların anılarına, kavuşmalarına, ayrılıklarına...



Chicago'ya Frankfurt aktarmalı gittik. İlk Business uçuşumu da Frankfurt'a giderken gerçekleştirdim. Gönül isterdi uzun uçuş da Business olsun ama napalım buna da şükür :)



İlk iki katlı uçağıma ise Frankfurt - Chicago uçusunda bindim. Tabii biz üst katı göremedik bile. Orası First Class mış mış mış.... Kendimi Titanic'de alt kamaralarda kalan insanlar gibi hissettim.


Chicago'da, North Ogden Avenue 'de, airbnb ile tuttuğumuz bir evde kaldık. Ev ilk etapta güzel göründü ancak ses geçirgenliği çok fazlaydı ve sokaktan ağır bir araç geçtiğinde ev sallanıyordu. Ama çok güzel bir mutfağı vardı. O mutfakta çok güzel muhabbetlerimiz oldu. O açıdan hakkını yiyemeyeceğim.




Evimize 20 metre uzakta Chicago Metro İstasyonu vardı. Metroya binme fırsatı da bulduk. Yükleme kartı 5 dolar, her biniş 3 dolarlık bir alternatif seçtik biz. Farklı bir sürü alternatifi vardı ama biz misafir olduğumuz için çok da ilgilenmedik. Metro oldukça eski, trenler yavaş ve dökülüyor resmen. Bu da aslında şehre ayrı bir karakter katıyor sanırım.

 

Chicago'da en meşhur atıştırmalık sanırım Garrett Popcornları. Farklı noktalarda dükkânları var. Çeşit çeşit popcorn satıyorlar. Peynirli, karamelli, kajulu... Orta boy bir paket yaklaşık 6 dolar. Peynirli ağır geldi ama karamelli olan nefisti.





Orada en meşhur yemek ise Deep Dish Pizza. Kabaca kalın pizza. Biz ilkini D'agostino's isimli bir yerde yedik ve bayıldık. Sonra en iyisi nerde yenir diye sorduk ve bize Giordano's önerildi. Fotoğraftaki Giordano's. Ama kesinlikle ilki daha iyidi. Çok daha iyidi.  Şimdiye kadar yediğim en güzel pizzavari şeydi.


Tabii ki oraya iş için gittik ve sempozyum Chicago Hilton'daydı. Eski ve çok güzel bir bina. İçinde dilek çeşmesi bile var.



İnanmayanlarınız için çalışırken biz.... :)

 

Evin hemen 100 metre ilerisinde Klise vardı. Saint John Cantius Kilisesi... Çok güzeldi içi ve dilek tutup mum yakma fırsatımız oldu. Pazar ayinine yetişemedik.





Sokakta gezerken Espn radyosunun yayınına denk geldik. Önünde fotoğraf çektirip turist olduğumuzu ilan ederken sunucular bize el sallıyordu  :)



Ve eve dönüş yolu... Tabii ki Chicago bu kadar değil. Daha binaları, önemli yerleri, eğlence hayatı ve sanat enstitüsü var ki onlar diğer postlarda... Bu sadece ısınma turuydu... :)))





Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Sünger Bob ve Patrick... :)

Bir taş boyama daha tamamlandı. Hem zaman güzel geçti hem de minik bir kalp mutlu edildi (yani umarım...). :)))

Telgrafın Tellerine Kuşlar mı Konar ?

Üçüncü etamin işimi de bitirdim. Aslında örnek aldığım fotoğrafta bu kuşlar 4 tane idi ve kalp şeklinde kuyrukları vardı. Ancak hem benim kasnağıma sığmadığı, hem de fazla kalabalık durduğu için ben biraz değiştirdim. Ha bir de göbekleri beyazdı, ben kendi renklerinin açık tonlarını tercih ettim. Bu hali bence daha güzel oldu. Son bir adım kaldı. O da çerçeveletmek. Noel Babayı da henüz çerçeveletmedim. Çerçeveciyi ihya edeceğim bu gidişle. Puzzle, etamin derken bir sürü şeyi biriktirdim çerçeveletmek üzere.  Şimdiki projem bir doğum günü hediyesi :) Hadi bakalım. Bir işe başlamak, o işin yarısıdır derler...  Güm güm...   Göbekleri de doldurduk mu, tamamdır...  Favorim...

Sid' in İntikamı...

Nasıl ki Star Wars serisinin en dramatik ama en sevdiğim bölümü "Revenge of the Sith" ise, şimdiye kadar yaptığım en zor kanaviçe de bu oldu ( Cümleyi toparlayana bir yastık hediye edeceğim :)) ) . Kısaca anlatmak istiyorum hikayesini.... Her şey arkadaşıma doğum günü hediyesi projemle başladı. Ona bir şeyler işlemek istiyordum ama sevdiği bir şey olsun diye düşündüğümden ağzını aramaya başladım. Bir muhabbetin ortasında,  Ice Age' deki Sid' i çok sevdiğini öğrendim. Tamamdır dedim, Sid' i işleyeceğim. Oturdum bilgisayar başına Sid şablonu arıyorum. Kesin vardır diye de anlamsız bir özgüvenim var. Ama yok, yani istediğim gibi yok. Ya küçük ya da aradığım gibi değil.  Tabii ben ümitsizliğe kapıldım ve başka bir şey yapayım bari girişimlerine başladım ama aklım kaldı Sid'de. İçimdeki "yapabilseydim çok güzel olacaktı" sesleri baskın çıktı ve şablonunu kendim çıkarmaya karar verdim   Önce bir Sid fotoğrafı buldum. Sonra onu