Ana içeriğe atla

Gösteri devam etmeli..!

by schokomizi from deviantart

Dün akşam serviste radyodan duyduğum bir haber yine düşüncelere dalmama sebep oldu. Afganistan' ın Kandahar kentinde, bir ABD askeri, üssünden çıkıp öylece üç eve dalıp 16 kişiyi öldürmüş. Çoğu çocuk ve kadın olmak üzere 16 insan. 16 yaşam. Servise baktım, milletin yüzü düştü. Duydukları habere tepki verdiler tabi. Ben de dahil ağzımızdan "yok artık", "ay yazık", "lanet olsun" gibi tepkiler yükseldi. Devamı daha da dramatikti. Telafisi için ne yapılmış, Obama "Özür" dilemiş (biraz önce bir yaşamın telafisi gibi saçma bir şey mi dedim ben?). Bir insanın ayağına basınca, çarpınca özür dilersiniz ya, organize büyüyüp devlet olunca sanırım özürün toleransı da büyüyor. Aaa ölüm mü var? Pardon ya...

Sadece ABD askeri değil aslında olay. Herhangi bir siyasi mesele değil isyanım.  Çok daha büyük bakacağım resme. İnsanlar ölüyor...İnsanlar. Duyguları olan, ümitleri olan, hayalleri olan varlıklar. Sevdikleri ve sevenleri olanlar. Bundan büyük olamaz hiçbir şey. Mesela, geçtiğimiz yıl bir caninin hayal dünyası yüzünden Norveç' te 77 genç öldü. Ülkemizde teröre verdiğimiz canlar ortada. Dünya' da teröre verilen canlar. Elmas için, para için, petrol için harcanan hayatlar. Bir inşaat firmasının işgüzarlığı yüzünden daha iki gün önce 14 işçi ölmedi mi? Her şeyi geçtim, size çok daha trajikomik, aslında çok daha "çözülebilir" bir şey söyleyeyim. Trafik kazaları... Her yıl onbinlerce insan, biri alkolü fazla kaçırdı diye, biri yolları düzgün yapmadı diye, biri biraz hız yaptı diye ölüyor. Ne kadar kolay değil mi ?!

Düşünüyorum da dolaylı yoldan hepimizin, başkalarının hayatlarını etkileyecek eylemler içinde bulunduğumuzun farkında mıyız acaba? O gün karısı ile kavga etti diye konsantresi düşük araç kullanan bir adamın başkasının canını alabileceğinin... O asker kim bilir neden sıyırdı kafayı? Sonuç...16 can.

Bu gezegen, 7 milyar insanın tek ortak noktası aslında ve tek bir vücut. Hepimiz birer hücresiyiz. Ve biliyor musunuz dünya yavaş yavaş ölüyor. İskeletine hepimiz zarar veriyoruz. Üstüne her hücre yavaş yavaş yok oluyor. Bunlar öyle doğal yaşlanma da değil. Birileri küçücük bıçak darbeleri atıyor vücudumuza. Bazı yerler çok sağlıklıymış gibi görünüyor ama aslında bütününden kaybediyoruz, farkında değiliz. Farkındayız da...değiliz. Hepimizin görevleri farklı, yapıları farklı ama kendi işimize bakmaya devam edersek, vücudumuzun diğer kısımlarındaki kayıplar gün gelip bizi bulacak. Ayağın kanarken ne kadar mutlu olabilirsin ki? !

Bazı şeylere "kader" demek kolaya kaçmak sanki. Hele hele ucunda milyon dolarların olduğu devlet stratejileri yüzünden olan ölümler "kader" olamaz. Kim karar veriyor bazılarının yaşamları için "harcanabilir" yargısına. 

Bunları düşünürken bir iki dakika geçmişti, sonra tekrar servise baktım. İnsanlar mutluydu. Herkes eski haline dönmüştü bile. Sanki görünmez bir yönetmen "motooor" demişti.  Kaldığmız yerden yaşamlarımızı oynamaya devam ettik. Bunu söylemek çok çirkin belki ama gerçekten yapacak bir şey yok. Ne kadar süreceğini bilmediğin ömrünü, dünyanın senin dışındaki olaylarına kafayı takarak, üzülerek geçiremezsin. Kimsenin yüreği o kadar büyük değil...Artık değil.

Kendimi sadece kısa bir an, çok kısa bir an o ölenlerin ailesi yerine koyuyorum. Yüreğim daralıyor. Sonra uzaklardan bir ses duyuyorum. "Motor" diyor hayatımın yönetmeni. Ayağımın ağrısını görmezden geleceğim. Yaşamaya devam edeceğim. Hatta bir iki dakika sonra espri bile yapacağım. Çünkü biliyorum ki "gösteri devam etmeli".   


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Sünger Bob ve Patrick... :)

Bir taş boyama daha tamamlandı. Hem zaman güzel geçti hem de minik bir kalp mutlu edildi (yani umarım...). :)))

Telgrafın Tellerine Kuşlar mı Konar ?

Üçüncü etamin işimi de bitirdim. Aslında örnek aldığım fotoğrafta bu kuşlar 4 tane idi ve kalp şeklinde kuyrukları vardı. Ancak hem benim kasnağıma sığmadığı, hem de fazla kalabalık durduğu için ben biraz değiştirdim. Ha bir de göbekleri beyazdı, ben kendi renklerinin açık tonlarını tercih ettim. Bu hali bence daha güzel oldu. Son bir adım kaldı. O da çerçeveletmek. Noel Babayı da henüz çerçeveletmedim. Çerçeveciyi ihya edeceğim bu gidişle. Puzzle, etamin derken bir sürü şeyi biriktirdim çerçeveletmek üzere.  Şimdiki projem bir doğum günü hediyesi :) Hadi bakalım. Bir işe başlamak, o işin yarısıdır derler...  Güm güm...   Göbekleri de doldurduk mu, tamamdır...  Favorim...

Sid' in İntikamı...

Nasıl ki Star Wars serisinin en dramatik ama en sevdiğim bölümü "Revenge of the Sith" ise, şimdiye kadar yaptığım en zor kanaviçe de bu oldu ( Cümleyi toparlayana bir yastık hediye edeceğim :)) ) . Kısaca anlatmak istiyorum hikayesini.... Her şey arkadaşıma doğum günü hediyesi projemle başladı. Ona bir şeyler işlemek istiyordum ama sevdiği bir şey olsun diye düşündüğümden ağzını aramaya başladım. Bir muhabbetin ortasında,  Ice Age' deki Sid' i çok sevdiğini öğrendim. Tamamdır dedim, Sid' i işleyeceğim. Oturdum bilgisayar başına Sid şablonu arıyorum. Kesin vardır diye de anlamsız bir özgüvenim var. Ama yok, yani istediğim gibi yok. Ya küçük ya da aradığım gibi değil.  Tabii ben ümitsizliğe kapıldım ve başka bir şey yapayım bari girişimlerine başladım ama aklım kaldı Sid'de. İçimdeki "yapabilseydim çok güzel olacaktı" sesleri baskın çıktı ve şablonunu kendim çıkarmaya karar verdim   Önce bir Sid fotoğrafı buldum. Sonra onu