Ana içeriğe atla

Kütüphane...



Hepimiz lisedeyken derslerden kaçmışızdır. İstisna yoktur sanırım. Bizim zamanımızda şimdiki gibi sokak başı internet kafeler yoktu. Genelde okul yakını izbe kafelere gidilir, ya da yakalanma korkusunun verdiği tatlı gerginlikle kantinde oturulurdu. Ama biz biraz farklı mıydık ne?  Liseden kaçıp kütüphaneye giden kim vardı acaba bizden başka ? :) Ben ve biricik kankam, başta tarih dersi olmak üzere edebiyat ve coğrafya gibi derslerden kaçıp kütüphaneye giderdik. Edebiyat dersinden, kitap okumak için kaçmak da derin bir ironi sanırım :) Ama bakın o zamandan çözmüşüz biz olayı. Hayat sokaklarda, derslerde değil. Edebiyatını mı geliştirmek istiyorsun, bırak dersi, "failatün failün" leri de kitap oku (Yazar burada vicdanı ile hesaplaşmaktadır).

Dersten kaçıp da kütüphaneye gidiyoruz diye inek tipler de belirmesin gözünüzde. Öyle uslu tipler değildik aslında. Dersten atılmışlığımız da vardı, sağdan soldan, acil ihtiyacımız var diye para toplayıp, soluğu dondurmacıda almışlığımız da.:) Ama o kütüphane bizim için farklıydı. Bizi bir şeyler çekiyordu oraya. Tozlu raflar mı? Asla okumaya yeltenmediğimiz, boynumuzu eğe eğe sadece isimlerini okuduğumuz eski ciltli kitaplar mı? Sessizlik mi? Karikatür kitaplarından fırlamış kütüphane görevlisi teyze mi? Yoksa ergenlik etkisiyle "kantinde oturmak çok sıradan, farklı olalım" dürtüsü mü bilmiyorum? Ama kitap okumak olmadığına eminim. Yani oraya gittiğimizde tabi ki kitap okuyorduk ama biz kaçamadığımız derslerde de sıra altndan zaten okuyorduk o kitapları (Yazar burada, bir gerilim kitabını dalmış bir şekilde okurken, tarih hocasına yakalanıp, tüm sınıfa kepaze olduğunu hatırlamamaya çalışır, ama upsss ).

Eski ve küçük bir kütüphaneydi kaçtığımız. Sonuçta bir kasabanın halk kütüphanesi. Ne kadar olabilirdi ki. Yine de elle tutulur bir kalabalığı olurdu. Genelde eski klasikler, ansiklopediler, bilmem ne dergilerilerinin tüm sayılları vardı (bir kaç hafta geç güncellenmek koşulu ile). Bir köşe vardı nispeten yeni kitapların olduğu (1-2 yıllık). Biz, gider gitmez oraya bakardık hemen, ne gelmiş ne gitmiş diye. Orhan Pamuk' un "Yeni Hayat" kitabını oradaki raftan alıp okumuştum :)



Bir kere kesinlikle abartmıyorum, karikatür kitaplarından fırlama bir teyze vardı orada herşeyden sorumlu olan. Yani kafanızda canlandırın, neredeyse tamamen beyaz saçlarını hep aynı şekilde topuz yapan, gözlüklü, kalçası geriye doğru çıkık, kısa boylu, hafif toplu, top burunlu, sürekli diz altı etek ve bluz üstü hırka giyen, yakasından broşu hiç eksik olmayan bir teyze. Biz oradakyen yaptığı tek şey bizi susturmaktı. Kütüphaneye saygımız büyüktü, sessiz kalmaya çalışırdık ama gençlik işte. İlla ki fısıldaşacak, kıkırdayacak hatta bazen kahkahayı patlatıverecek bir şeyler buluyorduk. Bulunca da gizlemiyorduk neşemizi. Hayata saygımız vardı :)Evet kütüphaneden de atılmışlığımız oldu :) Düşünüyorum da cidden bu teyze olabilirdi bizim oraya gitme sebebimiz. Çünkü, o varken etraf film seti gibi oluyordu. Kendimizi fantastik bir dünyada sanıyorduk. Gerçekliğini yitiriyordu birçok şey. Sokakta göremezdiniz o teyzeyi. Sanırım bu onun süperkahraman haliydi. Sokakta eminim kamuflajlı geziyordu.

Genelde raflar arasında gezmek hoşumuza giderdi. Ne aradığımızı bilmezdik. Sanki kitap atlayıverecek gibi üzerimize, tüm kitaplara bakardık hangisini okusak diye. O zamanlar ne tarzımız vardı, ne yazarları takip ettiğimiz. Sadece adına, kapağına bakarak bile bir kitaba bağlanabilirdik. Arardık yılmadan. Sanki her şey siyah beyaz olacak, sadece aradığımız o kitap renkli bir şekilde "buradayım" diyecekti. Derdi de aslında. Neden olduğunu bilmeden alıverirdik o kitabı. Bazan çok sıkıcı, bazen umulmadık şekilde eğlenceli bir şey çıkabilirdi "o kitap".

Gerçi o zamanki okuma şeklim kaba bir tabirle tamamen "çöplük" müş. Çok şey okuduğumu hatırlıyorum ama hiç biri aklımda kalmadı mesela. O yıllardan bir Yeni Hayat, bir Sinekli Bakkal, bir de kütüphaneci teyzeyi net hatırlıyorum :) Her gittiğimizde baktığımız bir kitap vardı, ismini tam hatırlamıyorum. Uzun bir adı vardı ve sadece adı ilgimizi çekmişti. "çatı, kedi, yeşil, kiremit" gibi kelimeler kalmış aklımda. Alıp da okumadık ama her gittiğimizde, o kitabı alan olmuş mu diye bakardık. O kitap hep oradaydı.  Sanırım teyze ve o kitap tek değişmeyeni idi o kütüphanenin :)

Yıllar sonra oraya gittiğimde, ne teyzeden eser kalmıştı ne de bizim kitaptan. Raflar yenilenmiş, nispeten yeni kitaplar gelmiş. koltuklar, sandalyeler falan pek bir konforlu olmuştu. Hani köşede Starbucks görseniz şaşırmazsınız, öyle bir yer olmuştu... amaaaa bizim zamanımıza göre daha boştu (Dedim ben o teyzeyi sabit tutacaktınız bir şekilde :D ).




Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Sünger Bob ve Patrick... :)

Bir taş boyama daha tamamlandı. Hem zaman güzel geçti hem de minik bir kalp mutlu edildi (yani umarım...). :)))

Telgrafın Tellerine Kuşlar mı Konar ?

Üçüncü etamin işimi de bitirdim. Aslında örnek aldığım fotoğrafta bu kuşlar 4 tane idi ve kalp şeklinde kuyrukları vardı. Ancak hem benim kasnağıma sığmadığı, hem de fazla kalabalık durduğu için ben biraz değiştirdim. Ha bir de göbekleri beyazdı, ben kendi renklerinin açık tonlarını tercih ettim. Bu hali bence daha güzel oldu. Son bir adım kaldı. O da çerçeveletmek. Noel Babayı da henüz çerçeveletmedim. Çerçeveciyi ihya edeceğim bu gidişle. Puzzle, etamin derken bir sürü şeyi biriktirdim çerçeveletmek üzere.  Şimdiki projem bir doğum günü hediyesi :) Hadi bakalım. Bir işe başlamak, o işin yarısıdır derler...  Güm güm...   Göbekleri de doldurduk mu, tamamdır...  Favorim...

Sid' in İntikamı...

Nasıl ki Star Wars serisinin en dramatik ama en sevdiğim bölümü "Revenge of the Sith" ise, şimdiye kadar yaptığım en zor kanaviçe de bu oldu ( Cümleyi toparlayana bir yastık hediye edeceğim :)) ) . Kısaca anlatmak istiyorum hikayesini.... Her şey arkadaşıma doğum günü hediyesi projemle başladı. Ona bir şeyler işlemek istiyordum ama sevdiği bir şey olsun diye düşündüğümden ağzını aramaya başladım. Bir muhabbetin ortasında,  Ice Age' deki Sid' i çok sevdiğini öğrendim. Tamamdır dedim, Sid' i işleyeceğim. Oturdum bilgisayar başına Sid şablonu arıyorum. Kesin vardır diye de anlamsız bir özgüvenim var. Ama yok, yani istediğim gibi yok. Ya küçük ya da aradığım gibi değil.  Tabii ben ümitsizliğe kapıldım ve başka bir şey yapayım bari girişimlerine başladım ama aklım kaldı Sid'de. İçimdeki "yapabilseydim çok güzel olacaktı" sesleri baskın çıktı ve şablonunu kendim çıkarmaya karar verdim   Önce bir Sid fotoğrafı buldum. Sonra onu