Ana içeriğe atla

Ankara' da Bir Cumartesi...

Dün, tüm gün dışarıdaydım desem yeridir. AKM' de bir kitap fuarının olduğunu duyunca arkadaşımla gidelim dedik. Ama söz konusu Kızılay ve Cumartesi olunca asla bir planla kalmıyorsunuz :)

Öncelikle benim dağ başında yaşayıp, dağ başında çalışmamdan mütevellit Kızılay görünce yapmam gerekenler listesi vardı. Doğalgaz almak, ATM işlemleri vs. Bunları halledip arkadaşım gelene kadar kalabalığa karıştım. Günün müzik dolu geçeceği başından belliymiş. Çünkü  ilk durağım sokak çalgıcıları oldu.


Yaptıkları müzikte en ilgi çeken şey ortadaki enstrümanın tınısı idi. Kanuna benzeyen ve küçük sopalarla çalınan bu enstrümanın adı Santur. İran, Irak ve Hindistan kökenli bir enstrümanmış. Benim bu tarz müziklere ilgim olduğundan bir müddet onları dinledim, oradan ayrılırken CD lerini de aldım. Bu sabah evimin içinde Santur tınıları dolaşıyordu :)

Neyse oradan ayrılıp da oyalanmak için filmlere bakmaya karar verdiğim anda arkadaşım geldi. Onun da bir iki işini hallettikten sonra AKM' ye, kitap fuarına gitmek üzere yola koyulduk. 


Öncelikle AKM' nin o bakımsız hali gerçekten beni hayal kırıklığına uğrattı. Bir "Kültür Merkezi"' nin bu kadar bakımsız olmaması gerekir. Ankara 6. Kitap Fuarı da beklentimin altında çıktı. Tabi, bilinçli takipçiler eminim ki bir şeyler alacaktır bu fuardan. Ama program hem zayıf hem de söyleşilerin hafta içi mesai saatleri içinde olması dezavantaj. Yine stand alanlarındaki geçiş kısmlarının dar olması, kalabalığın rahat incelemesi olanağına izin vermiyor. Kalkıp bunun gibi daha düşük seviyedeki fuarları Tüyap ile kıyaslayamayız ama daha da iyi olabilirdi. Yine de beklediğimden daha fazla bir kalabalık vardı. Bu güzel bir şey.  


Biz de fuardan elimiz boş dönmedik. Ne zamandır merak ettiğim Dante' nin "İlahi Komedya" ' sını 10 TL' ye bulunca hemen atladım üzerine :)

Kısa fuar gezimizden sonra meskenimiz yine Kızılay oldu. Aslında birer çay içip evlerimize ayrılmayı planlıyorduk (planlıyordum..). Ama aç olduğumuzu farkedince bir şeyler yiyelim dedik ve kendimizi Kızılay kalabalığına bıraktık. Ankara' da olanlar bilir, Cumartesi Kızılay' da, hele hele dışarıda boş bir masa bulmak fazla "Polyannacılık" oluyor ama biz şanslıydık. Kahveci' de bi masa bulduk.


Kahveci, Kızılay' ın iyi mekanlarından biriymiş. Daha önce gitmemiştim. Buradaki çay ve pizza molamıza düşük çenemiz de eşlik edince zamanın nasıl geçtiğini bilemedik. Hava iyice karardı, karnımız doymuş, anlatacaklarımız bitmişken arkadaşım bana bir şarkıdan bahsetti. Cem Adrian' ın "Nereye Gidiyorsun" şarkısından. Eskiden bu tarz şarkıları kaçırmazdım, ama artık ya biz yaşlandık, ya piyasa o kadar kalabalık olmaya başladık ki, gözümüzden kaçıyor bilemiyorum ama bu şarkıyı nasıl olmuş da daha önce dinlememişim şaşırdım.  Nefis bir şarkıymış.


Ben bu şarkıyı dinleyip de hadi kalkalım dediğim an arkadaşım "Nefes' te bugün 45' likler günüymüş, bakalım bi neler çalıyorlar " demez mi. Zaten "Nereye Gidiyorsun" ile müzik algım da tamamen açılmışken hayır denir mi, denmez. Daha önce gitmediğim mekanlardan birinin daha yanına "Check" koyarak Nefes'e doğru yola çıktık. Mithatpaşa Köprüsü' nün eteğindeki bu mekanı daha önce neden bilmediğimi anladım. Bir kaç metre yaklaşana kadar orada öyle bir mekan olabileceği aklınıza gelmiyor.


Nefes' e girdiğimizde, değil oturmak, geçecek yer bile yoktu dışarıda. En arkalarda, resmen fizik kurallarına aykırı bir şekilde yerleştirilmiş bir masa ve iki sandalyenin boş olduğunu görünce önce oraya gittik ama yok yani orada öyle kalamazdık, kalkalım bari başka bir mekan buluruz diye tam bardan çıkıyorduk ki, içeriye baktık. Bom boş :) üstelik 45' likler içerde çalınacaktı :) Biz doludur diye tenezzül etmemiştik ama sanırım insanlar müzik başlayana kadar bu güzel havada dışarıda oturmayı tercih etmişti. Biz de içeride en iyi yerlerden birini almayı başardık böylece.

Hoş, yer alacaksın da ne olacak, sonuçta canlı performans değil, DJ abimiz Murat Meriç bu resmini gördüğünüz standın arkasından çalacak şarkılarını. Zaten bu tip mekanlarda bir saatten sonra masalar arasındaki sınırlar tamamen kaybolur.

Neyse sadece 10 dakika içinde içerisi, dışarıdan gelenlerle doldu, DJ' imiz geldi ve müzik başladı. İlk şarkımız Barış Manço' dan "Yine Yol Göründü Gurbete" oldu ve biz, dakika bir gol bir şeklinde mest olduk. Bu şarkıyı yıllardır dinlemiyordum. Eski 45' likler bir saat kadar devam etti. "Ah Nerede Vah Nerede", "Neler Oluyor Hayatta", "Delisin" ve akınıza gelebilecek o dönemllerin eğlenceli şarkıları ile kulaklarımız müziğe doydu. Bir saatten sonra da yavaş yavaş günümüze doğru şarkılar çalmaya başlandı. Çelik' in "Ateşteyim" şarkısına tempo tutarken içimden, "İlahi Çelik, giymişsin halı gibi kazağı, yanacaksın elbet" espirisini yaparak yakın geçmişi yad ettim. İnsanlardaki, müziğin neden olduğu  değişimi görmeliydiniz. Biz de dahil sadece ellerimizle tutmaya başladığımız tempo, önce kafa, sonra omuz derken tüm bedenimizi dağıldı. Bu arada müzikler de geçmişten günümüze doğru ilerliyordu. Bir müddet sonra kendimi "Macarena" yaparken buldum. Dansını hatırlamak için baya uğraştık. 10 yıl mı olmuştu, 15 yıl mı.... :)

Saat 24.00  gibi resmen müzik sarhoşu olarak çıktık mekandan. Gerçekten çok eğlendim. Artık nispeten boş olan sokaklarda dolmuşlara doğru yürürken arkadaşım ve benim coşkumuz görülmeye değerdi ...


  

Yorumlar

  1. ne güzel geçmiş günün :) sayende santuruda tanımış oldum :)

    YanıtlaSil
  2. Evet gerçekte güzeldi. Arada bir çıkmak lazım :) Ben pek çıkmadığımdan, çıkınca böyle işte yoğun geçiyor :)

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

Sünger Bob ve Patrick... :)

Bir taş boyama daha tamamlandı. Hem zaman güzel geçti hem de minik bir kalp mutlu edildi (yani umarım...). :)))

Telgrafın Tellerine Kuşlar mı Konar ?

Üçüncü etamin işimi de bitirdim. Aslında örnek aldığım fotoğrafta bu kuşlar 4 tane idi ve kalp şeklinde kuyrukları vardı. Ancak hem benim kasnağıma sığmadığı, hem de fazla kalabalık durduğu için ben biraz değiştirdim. Ha bir de göbekleri beyazdı, ben kendi renklerinin açık tonlarını tercih ettim. Bu hali bence daha güzel oldu. Son bir adım kaldı. O da çerçeveletmek. Noel Babayı da henüz çerçeveletmedim. Çerçeveciyi ihya edeceğim bu gidişle. Puzzle, etamin derken bir sürü şeyi biriktirdim çerçeveletmek üzere.  Şimdiki projem bir doğum günü hediyesi :) Hadi bakalım. Bir işe başlamak, o işin yarısıdır derler...  Güm güm...   Göbekleri de doldurduk mu, tamamdır...  Favorim...

Sid' in İntikamı...

Nasıl ki Star Wars serisinin en dramatik ama en sevdiğim bölümü "Revenge of the Sith" ise, şimdiye kadar yaptığım en zor kanaviçe de bu oldu ( Cümleyi toparlayana bir yastık hediye edeceğim :)) ) . Kısaca anlatmak istiyorum hikayesini.... Her şey arkadaşıma doğum günü hediyesi projemle başladı. Ona bir şeyler işlemek istiyordum ama sevdiği bir şey olsun diye düşündüğümden ağzını aramaya başladım. Bir muhabbetin ortasında,  Ice Age' deki Sid' i çok sevdiğini öğrendim. Tamamdır dedim, Sid' i işleyeceğim. Oturdum bilgisayar başına Sid şablonu arıyorum. Kesin vardır diye de anlamsız bir özgüvenim var. Ama yok, yani istediğim gibi yok. Ya küçük ya da aradığım gibi değil.  Tabii ben ümitsizliğe kapıldım ve başka bir şey yapayım bari girişimlerine başladım ama aklım kaldı Sid'de. İçimdeki "yapabilseydim çok güzel olacaktı" sesleri baskın çıktı ve şablonunu kendim çıkarmaya karar verdim   Önce bir Sid fotoğrafı buldum. Sonra onu