Ana içeriğe atla

Sarı vosvos...



Sanırım hayata dair yapılan en güzel benzetmedir yol. Yolun başındayım, yarısındayım, yolun sonuna geldim vs. vs. Ama sadece yol mudur acaba hayat? Sadece bizim ilerlememizden mi ibarettir? Yoksa aslolan o yolda nasıl ilerlediğimiz midir?

Öncelikle bunları düşünmemi sağlayan sarı vosvosa selam olsun. Sabah işe gelirken her zamanki gibi camdan dışarıyı izleyip, ne olduğunu bilmediğim bir şey arıyordum. Güneşli olmasına rağmen renksiz bir gündü Arabaların renkleri tek düze, kıyafetlerimiz koyu ve renksiz, yollar yarı kar yarı çamur. Yani bu sabahı size renklendirsem sadece gri, kahverengi ve belki biraz da soluk yeşil kullanırdım. Ta ki yanımdan o sarı vosvos geçene kadar. Fosforlu diyebileceğim belirginlikte hafif yeşile çalan sarısı ile bir anda renk kattı sabahıma. Hani ders çalışırken kullandığımız sarı fosforlu kalem varya, öyle bir renk. Gülümsedim nedensiz. Bu sabah sanırım bu arabayı arıyormuşum dışarda dedim içimden.

Yaşarken de hayatımıza böyle insanların girdiğini düşündüm. Renkli, eğlenceli, sizi sebepsiz yere mutlu eden. Yönünüz aynı ise uzun süre size eşlik edecek ya da ilk yol ayrımından dönecek birileri. Kızgınlık, kırgınlık olmaksızın sadece tebessümle hatırlayacağınız birileri. Siz ne kadar renksiz olursanız olun size kendisini kabul ettirecek ışığı olan birileri. Sonrasında ayrıntıları unutup, sadece sizde bıraktığı tebessümü hatırlayacağınız birileri.


İşte böyle düşünmeye başladım hayat ile yollar arasındaki ilişkiyi. Bende sanırım şöyle bir durum var; Bir yaşa kadar insanların, düşünürlerin, atalarımızın, şarkıların, filmlerin vs. neler dediğini beynimde biriktirip bir yaştan sonra gerçekten ne demek istediklerini özümsüyorum. Bazen öğrenmeniz, anlamanız demek olmuyor. Öğrenip o bilgiyi saklı tutmanız gerekiyor. Ta ki anlamanız için gereken örnekler önünüze çıkana kadar. Benim örneğim de o sarı vosvos oldu :)

Hayat gerçekten yol üstünde akıyor ama trafiği onu var ediyor bence. Tek başına çıkıyorsunuz yola. Her ne kadar birileri sizi eğitse de iç güdülerinizle ilerleyebiliyorsunuz. Belirli kuralları var, bozulmayan, uyulması şart.
Asla tek başınıza değilsiniz. Mutlaka etrafınızdakilerin etkileşimi var. Kontrollü olmak zorundasınız ama kontrollü olayım derken akışı bozarsanız kötü oluyor. Yanınıza bir araba takılıyor uzun süre yan yana gidiyorsunuz ta ki yollarınız ayrılana kadar. Bazen bir arabayı beğeniyor, takip ediyorsunuz. Bazen sizin peşinize takılıyorlar.  Bazen size bağlı olmayan nedenlerden, yol çalışmasından mesela aksayıveriyor yolculuğunuz. Bazen yeni yollara giriyorsunuz. Bilmediğiniz yollara. Tabela arıyorsunuz, bir işaret. Tekeriniz patlıyor isyan etmek istiyorsunuz. Bir kazanın yanından geçerken şükrediyorsunuz. Kavgalarınız oluyor, sakin olmanız gereken durumlar ya da kendinizi savunmak zorunda olduğunuz durumlar.


Kimi zaman birilerinin sizi yönlendirmesini istiyorsunuz. kimi zaman kuralları çiğniyorsunuz. Tehlikeli. Her zaman için arkanızdakiler değil, önünüzdekiler daha önemli oluyor. Geçmeniz gerekenler var. Durmasını bilmeniz gereken noktalar. Hayata dair dikkatiniz dağıldığında kenara çekip nefes almayı ihmal etmemeniz gerekiyor. Ama durmak gerçekten durmak olmuyor çünkü ne kadar yorgun ne kadar bezgin olursanız olun o yol ayaklarınız altından kayıp gidiyor. Siz sadece kısa bir süre için kendinizi o akışa bırakıyorsunuz. Vitesi boşa alıp arabanın kendi kendine ilerlemesine izin veriyorsunuz. 

Bazen yol ayrımına gelip ciddi kararlar vermeniz gerekiyor. Yanlış yolda olduğunuzda geri dönmeniz gerekebiliyor. Dua ediyorsunuz hatanızı telafi edecek bir U dönüşü olsun diye. Ve illa ki geliyor o fırsat size. Belki hemen değil ama sabır ve sakince ilerlerseniz geliyor. Bazen çift şeritte oluyorsunuz. Güvenli ve rahat. Bazen tek şeride düşüp biraz stresli geçiriyorsunuz yolcuğunuzu. Hedefleriniz oluyor ama duraklar gibi asla son değil, gerçek sona kadar durmak mümkün değil.

Bir sarı vosvosun kurdurduğu cümlelere bakın. Ben de bugün fosforlu turuncu bir bere taktım. Hayata renk olsun diye..:)




Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Sünger Bob ve Patrick... :)

Bir taş boyama daha tamamlandı. Hem zaman güzel geçti hem de minik bir kalp mutlu edildi (yani umarım...). :)))

Telgrafın Tellerine Kuşlar mı Konar ?

Üçüncü etamin işimi de bitirdim. Aslında örnek aldığım fotoğrafta bu kuşlar 4 tane idi ve kalp şeklinde kuyrukları vardı. Ancak hem benim kasnağıma sığmadığı, hem de fazla kalabalık durduğu için ben biraz değiştirdim. Ha bir de göbekleri beyazdı, ben kendi renklerinin açık tonlarını tercih ettim. Bu hali bence daha güzel oldu. Son bir adım kaldı. O da çerçeveletmek. Noel Babayı da henüz çerçeveletmedim. Çerçeveciyi ihya edeceğim bu gidişle. Puzzle, etamin derken bir sürü şeyi biriktirdim çerçeveletmek üzere.  Şimdiki projem bir doğum günü hediyesi :) Hadi bakalım. Bir işe başlamak, o işin yarısıdır derler...  Güm güm...   Göbekleri de doldurduk mu, tamamdır...  Favorim...

Sid' in İntikamı...

Nasıl ki Star Wars serisinin en dramatik ama en sevdiğim bölümü "Revenge of the Sith" ise, şimdiye kadar yaptığım en zor kanaviçe de bu oldu ( Cümleyi toparlayana bir yastık hediye edeceğim :)) ) . Kısaca anlatmak istiyorum hikayesini.... Her şey arkadaşıma doğum günü hediyesi projemle başladı. Ona bir şeyler işlemek istiyordum ama sevdiği bir şey olsun diye düşündüğümden ağzını aramaya başladım. Bir muhabbetin ortasında,  Ice Age' deki Sid' i çok sevdiğini öğrendim. Tamamdır dedim, Sid' i işleyeceğim. Oturdum bilgisayar başına Sid şablonu arıyorum. Kesin vardır diye de anlamsız bir özgüvenim var. Ama yok, yani istediğim gibi yok. Ya küçük ya da aradığım gibi değil.  Tabii ben ümitsizliğe kapıldım ve başka bir şey yapayım bari girişimlerine başladım ama aklım kaldı Sid'de. İçimdeki "yapabilseydim çok güzel olacaktı" sesleri baskın çıktı ve şablonunu kendim çıkarmaya karar verdim   Önce bir Sid fotoğrafı buldum. Sonra onu